“Bu yazı bu sene sınava hazırlanma sürecine giren öğrencilerin aileleri için yazılmıştır. Konu gerçek olmakla birlikte kişi isimleri ve detaylar gizlilik açısından değiştirilmiştir…”
Sadece bir an istiyorum dedi karşımdaki öğrenci, kafamda olumsuz düşüncelerin, korkuların ve kaygıların olmadığı bir an…
Öylece kalakaldım. Yüzüne baktım. O güzel yüzünün, parıldayan gözlerinin üzerine bir hüzün perdesi inmişti sanki… Önünde duran sehpadaki suyu almak için uzandığında ellerinin titrediğini fark ettim. Derin bir nefes aldı, gözünden akan bir damla yaşa acı bir gülümseme eşlik etti. Bilmiyorum dedi, mutlu olabilecek miyim gerçekten?
Lara geçen sene girdiği üniversite sınavında ondan beklenenin çok altında bir performans göstermişti. Sınavın yarısında sınıfı terk etmek, koşarak oradan uzaklaşmak istemişti. Kafasında tek bir düşünce vardı:
BAŞARAMAYACAKSIN!
Lara tek çocuktu. Ailesinin biricik gözbebeği. Daha anaokulundan itibaren keman, yüzme ve satranç dersleri almaya başlamıştı. Özellikle keman konusunda öğretmeni onun çok yetenekli olduğunu söylüyordu. Annesi onunla gurur duyuyor, aile toplantılarında Lara’nın gelen misafirlere keman çalmasını istiyordu hem de Lara’nın defalarca “Anne bunu yapma!” demesine rağmen! Lara önce sessizce yumruklarını sıkıyor sonra denileni yapıyordu. O güzel kıyafetleri içinde kemanını çalarken yüzüne porselen bir gülümseme kondurmayı ihmal etmiyordu. O kadar güzel gülümsüyordu ki kimse gerçekte onun tüm vücudunun terlediğini, kaslarının kasıldığı için zorlukla hareket ettiğini görmüyordu. Alkışlanmayı oldum olası sevmemişti. Kemanı çok seviyordu ama yalnız çaldığı anlarda… Zaten hiçbir zaman ailesinin istediği gibi dışa dönük biri olamamıştı. Bir ortama girdiğinde kişilerle konuşmaktan çok onları gözlemlemeyi seviyordu. Bu durum hiçbir zaman ailesinin hoşuna gitmiyordu. O da bu anlarda çok sıkılsa da çevresindekilerle zoraki olarak sohbet ediyordu.
Lara akademik olarak çok başarılı bir çocuktu. İlkokuldan beri derslerde örnek gösterilen bir öğrenciydi. En büyük korkusu ailesini ve öğretmenlerini hayal kırıklığına uğratmaktı. Ders çalıştığı saatler boyunca bazen nefesinin daraldığını hissediyor, odasının balkonuna çıkıyordu. Türkiye’nin en iyi liselerinden birinde okuyordu. Sınav yaklaşmıştı, denemelerde yaptığı birkaç hata bile günlerce uykusuz kalması demekti. Babası tek bir yanlışla bile binlerce kişinin gerisinde kalabileceğini söylemişti. Bu durum Lara’ya yakışmıyordu. Deneme sonuçları ailesinin beklentisinin altında geldiğinde evde sessiz bir gerilim yaşanıyordu. Gene böyle günlerden birinde babası kemana çok vakit ayırdığı için Lara’nın gerektiği kadar ders çalışmadığını öne sürerek sınav bitene kadar onun kemanla ilgilenmesini yasakladı. Sona giden adım bununla atılmış oldu.
Aileler her zaman çocukları için en iyisini ister. Tek bir arzuları vardır çocuklarının mutlu ve başarılı olması (!) Lara’nın ailesi de böyleydi. Annesi ve babası çok yoğun olan işlerinde onun geleceği için çalışıyor okuduğu lisenin yüklüce olan taksitlerini ödüyor ve onu hiçbir şeyden mahrum bırakmıyorlardı. Ne yazık ki çok önemli bir şeyi gözden kaçırıyorlardı:
GERÇEK LARA’YI GÖRMEYİ…
Ailesi hiçbir zaman Lara’yı kendi çizdikleri portreden farklı bir kişi olarak görmek istememişti. O çok naifti. Mizaç itibariyle yalnız kalmaktan hoşlanan, yaratıcı, üretken, özgün, duygusal derinliği yüksek bir gençti. Zekası hayranlık uyandırıcıydı. Neredeyse deneyip de yapamadığı hiçbir şey olmamıştı ama kendisini hep yetersiz hissediyordu. Ailesi onun kendisini göstermesini çok istiyordu ama Lara kendisini dışarı göstermekten, kıyaslanmaktan, rekabetten hoşlanan birisi değildi. O sadece Lara olduğu için öyleydi. Ailesinin üzerine diktiği elbise onda düzgün durmuyordu, o da o elbisenin içini dolduramadığı için “Ben eksiğim!” duygusu yaşıyordu. Bu duygunun üzerine sınav stresi ve yüksek başarı beklentisi eklendiğinde Lara özgüvenini günden güne yitirdiğini hissetmeye başladı. Stres yaşadığında koştuğu kemanı artık bir dolapta kilitliydi. Ne büyük bir acıydı bu.” Ya yapamazsam ya başaramazsam” diye kafasının içinde dönen düşünceler artık “başaramayacağım ve her şey bitecek…” şekline dönüşmüştü.
Öğrencilerle yaptığım izotomi görüşmelerinde gençlerin kariyer hedeflerini belirlerken aynı zamanda sınav stresi, kaygı, zaman planlama ve süreç yönetimi konularında öğrenci koçluğu yaparken, aile tutumlarının çocuğun özgüvenine ve stres seviyesine etkisini gözlemlemekteyim. Türkiye’de yapılan bir araştırmada öğrencilerin %70’i sınavı kazanarak ailenin emeğini boşa çıkartmamaları gerektiği, %72,5’i ailesinin mutlaka sınavı kazanmasını beklediklerini ifade ederek bu durumun sınav kaygılarını artırdığını belirtmişlerdir (ICPESS No:1 2016).
Bu kaygıya ek olarak öğrencinin özünde kendi kimliğiyle ilgili olumsuz düşünceleri, yetersizlik duyguları bu süreci yönetmeyi oldukça zorlaştırmaktadır. Kabul edilmeyen, sürekli eleştirilen bazı öğrenciler öfke patlamaları yaşarken bazı öğrenciler de Lara gibi içlerine dönüp iletişimi kapatabilir. Bu sebeple onları küçük yaşlardan itibaren yetiştirirken “bizim istediğimiz kişi olarak değil de oldukları kişi olarak görmek” en önemlisidir. Onları gerçekten tanımak, etkin bir şekilde dinlemek ve mizacına saygı göstermek gereklidir. Bazen “Seni anlıyorum” denmesi ve öğrencinin yorum yapmadan dinlenilmesi bile iletişimde gerçek bir fark yaratacaktır.
Etkin dinlemenin özünde karşıdaki kişiye duyduğumuz saygı yatar. Aileler olarak bazen çocuklarımızı kendimizin bir uzantısı olarak görebiliyoruz. Hayır! Çocuklarımız bizden bir parça olsa da bizim bir uzantımız değildir. Onlar da bu hayatta kendi varoluşlarını ortaya koyacak olan bireylerdir. Özellikle bizden çok farklı mizaçta bir çocuk yetiştirirken eleştirmek yerine farklılıklara saygı duyarak hatta bunların hayatımızı zenginleştirmesine izin vererek en doğrusunu yapmış oluruz. Öğrencinin küçüklükten itibaren kabullenildiği, başarıları ile değil kendisi olduğu için değer gördüğü bir ortamda sınav stresini yönetmesi daha kolay olacaktır.
Sınav kaygısının bir diğer nedeni de öğrencinin sınava yüklediği anlamdır. Eğer biz aileler olarak sınava olduğundan fazla bir anlam yüklüyorsak öğrenci üzerindeki kaygı seviyesinin artması kaçınılmaz olacaktır. Bu sebeple öğrencinin sınav sonucu her ne olursa olsun onun yanında olacağımızı hissettirmek, süreçte yaptığı çalışmaları takdirle karşılamak, bazen hatalar yapılabileceğinin normal olduğunu hatırlatmak gereklidir.
Öğrencinin ilgi alanları örneğin; müzik, spor vb faaliyetlerin sınav süresince öğrencinin stresini azalttığı araştırmalarca desteklenmektedir. Müzik ile uğraşmak hem ruhsal olarak genci rahatlatır hem de beyinde algılama, duygu, hafıza gibi zihinsel fonksiyonları hayata geçirir. Aynı zamanda matematik gibi mekânsal zekayı geliştiren bir faaliyettir. Öğrenme potansiyelini en az beş kat artırır. (Uluslararası Kültürel ve Sosyal Araştırmalar Dergisi 3-1). Spor etkinliğinin vücuttaki seretonin hormon seviyesini (mutluluğu) artırdığı bilimsel olarak kanıtlanmıştır. Ayrıca spor birçok hormonun daha fazla miktarda salgılanmasına neden olduğu için beyin hücrelerinin büyüme ve gelişmesine yardımcı olmaktadır (Gazi Beden Eğitimi Spor Bilimleri Dergisi 1). Sınav sürecinde öğrencilerin bu faaliyetleri kısıtlanmamalı tam tersi bu konulardaki ilgileri desteklenmelidir.
Sınav senesi iyi yönetilmesi gereken bir süreç. Bu sürecin temel noktasında korku değil “anlamak, anlaşılmak ve güven” olduğunda çocuklarımızın kaygı seviyesi düşecek ve daha iyisini yapma konusunda motive olacaklardır.
Sınav öğrencinin hayatında sadece bir basamaktır. Ben değerliyim ve ben yeterliyim diye hissedebilen bir kişi için çıkılmayacak hiçbir basamak, aşılmayacak hiçbir engel yoktu. Aynı Virgil’in dediği gibi “Yapabilirler, çünkü yapabileceklerini düşünüyorlar!…”
Tavsiye kitap: “Ebeveyn Kitaplığı”. Bu kitapla birlikte doğru kaynaklara ulaşabilir ve çocuğunuzla iletişim kanallarını güçlendirebilirsiniz.