Mesela benim zamanımda tıp okumak çok modaydı ve bir o kadar da prestij konusuydu.
En yüksek puanla tıp fakülteleri öğrenci alıyordu ve sen Hacettepe, Cerrahpaşa gibi bir tıp fakültesini kazanırsan cümle aleme ne kadar çalışkan bir öğrenci olduğunu gösterip, aileni gururlandırabilirdin.
Benim zamanımda, eğer tutkun olan bir meslek seçimin yoksa, genellikle son sene karar verilirdi bölüm tercihlerine, yapabildiğinin en iyisini yaparak sözel, sayısal ayırt etmeksizin yüksek puan almaya çalışılırdı. Ne istediğinden çok hangi üniversiteyi ve bölümü tutturabileceğindi öncelikli olan ve çıta alabileceğin en yüksek puana konulurdu. Sonra yarış başlardı.
O zamanlar üniversite sınavları 2 aşamalıydı. Birinci sınavdan taban puan alan herkes ikinci sınava girme hakkını elde eder ve bölüm ayrımı olmaksızın Matematik, Fen, Türkçe, Coğrafya, Yabancı Dil dahil tüm sorular cevaplanırdı. Her sene sınav sisteminde bir değişiklik beklenmez, diken üstünde olunmaz ve sistemle ilgili bir sürpriz çıkmazdı.
Bölüm tercihleri sınav öncesinde yapılır ve o sene bölümlerin öğrenci almak için istedikleri puan sıralamasına göre ilk tercihten aşağıya doğru piyangonun hangi bölüme vuracağı beklenirdi. Tıp başta olmak üzere Mühendislik, Psikoloji, Filoloji vb. tüm bölümler tercihler listesinde olurdu.
Babamın gönlünden doktor olmam geçse dahi öğretmen olursam mutlu ve konforlu olabileceğimi söylemişti. Malum yaz tatilleri uzundu, okullar yarım gündü. Öğretmenlik saygıdeğer bir meslekti. Sınıfta kalmak diye bir şey vardı mesela. Aileler akıllarına estiği gibi okula hesap sormaya gidemezlerdi. İlk, orta okul ve lisedeki öğretmenlerimin tutku ile bizleri yetiştirmek için gösterdikleri çabayı hatırlıyorum. Her birine minnettarım. Şimdi biliyorum ki öğretmen olmayı isterdim. Ön gösterim şeklinde de olsa 6 sene boyunca AÇEV de yetişkinlere gönüllü okuma yazma öğretmeni olduğumda insanların hayatına dokunabilmenin beni ne kadar mutlu ettiğini anladım.
Evet, o döneme göre biraz şans çokça ders çalışmanın etkisi ile camiasına katılmaktan büyük mutluluk duyduğum Boğaziçi Üniversitesini kazandım. Bugün yine yeniden aynı üniversitede okumak isterim ancak aynı bölümde değil. O zamanın hedefi iyi bir üniversitede yüksek puanlı bir bölüm tutturmaktı, süper loto gibi. Fizik dersinde mutlu olmadığımı bilsem dahi sistem her derse eşit çalışmayı ve hepsinden sorumlu olmayı gerektiriyordu. Elektrik ve elektronik bölümü insanı olmadığımı üniversitedeki derslerle birlikte daha iyi anladım. Sonrasında iş hayatımda başarılı oldum, maddi manevi tatminler yaşadım ancak çok mutlu olmadım.
Bir üst ya da bir alt tercihim tutsaydı ne olurdu bilmiyorum. Başka okul, başka arkadaşlar, şekillenen farklı bir hayat. Bugünüme bakınca olduğum yerde çok mutluyum. Sadece akademik başarıdan oluşan bir kurum olmayan Boğaziçi’nde, hayata dair kazandırdığı değerleri ile yine aynı yollarda aynı hevesle yürüyebilirim ama bu sefer Tarih, Psikoloji ya da Felsefe okumak isterim mesela.
Ancak bunları şimdiki aklım ve farkındalığım ile anlayabiliyorum çünkü değerlerimi biliyorum, mizacımın ve potansiyellerimin farkındayım. Güçlü yönlerimi ve ne yapmak istediğimi söyleyebiliyorum. Bir ömür boyu mutlu olmak istiyorsan sevdiğin işi yap demişler ya Çinli atalar, yaş aldıkça daha fazla farkına varıyorum bunun öneminin.
Onun için İzotomi’yi anlatıyorum her yerde. Yolun henüz başındayken hayatlara erken bir dokunuş, değerlerini, potansiyellerini fark edişe bir destek, kendini tanıma ve tercihler konusunda yolları aydınlatan bir fener İzotomi.
Bir ömür boyu mutluluk için.
GÜNÜMÜZ TELEVİZYON DİZİLERİ VE GENÇLER ÜZERİNDEKİ ETKİLERİ
Yeni başlayan dizilerin ilk birkaç bölümünü seyretmeye genellikle zaman ayırıyorum. İzlerken, karakterlerin özellikleri, diyalogların zenginliği, nasıl bir konu seçildiği ve bu temanın nasıl işlendiğini izlemekten, ben senarist olsaydım diyerek hayal…
BİZİM ÇOCUK PEK KONUŞMAZ
Sıklıkla duyduğumuz cümlelerden biridir bu. Aile çocuğunu İzotomi ya da koçluk görüşmelerine getirir. Öğrenci ile görüşmemiz başlamadan önce hafifçe kulağıma eğilir ve olabildiğince kısık bir sesle ‘’bizim çocuk pek konuşmaz…
YAŞAMIMIZDAKİ KEŞKELERİN DÖNÜŞÜMÜ
Keşke. Bana en acıklı kelime gibi gelir bu ‘’keşke’’. Yaşanmamış ve yaşanmış tüm pişmanlıklar bu 5 harfe sığıverir birden. Kişinin yapmak isteyip de yapamadıklarının hayali ile yapıp da pişman olduklarının…